Olaylar
Başvurucu özel bir şirkete (alt işveren) bağlı olarak Halk Sağlığı Müdürlüğünde (Kurum) belirli süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu sosyal paylaşım sitesindeki hesabından taşeron işçilerin gördüğü baskıları ve yöneticileri konu eden "Ey insan müsveddeleri, yönetici bozuntuları..." ifadelerini de içeren kişisel bir paylaşımda bulunmuştur. Bu paylaşımdan dolayı bazı Kurum yöneticileri başvurucudan şikâyetçi olmuş ve açılan davada Asliye Ceza Mahkemesi başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Anılan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi üzerine alt işveren tarafından başvurucunun iş akdi sona erdirilmiştir. Başvurucunun alt işveren ve Kurum aleyhine açtığı işe iade talepli tespit davası İş Mahkemesi (Mahkeme) tarafından reddedilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara ilişkin istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince (Daire), temyiz talebi de Yargıtay tarafından reddedilmiştir.
İddialar
Başvurucu, taşeron şirkete bağlı olarak bir kamu kurumunda görev yaparken kurumun yöneticileriyle ilgili sosyal medya paylaşımından dolayı iş akdinin feshedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Başvurucu, alt işverene bağlı olarak Kurumda çalışmasının yanı sıra kamu kurumunda çalışan taşeron işçilere yönelik faaliyet gösteren bir derneğin genel başkanlığı görevini de sürdürmektedir. Bu bağlamda başvurucunun taşeron işçilere ilişkin meselelerde bildireceği görüşlerin taşeron işçi kimliğinin ötesinde yürütmekte olduğu dernek başkanlığı görevinin de bir gereği olarak -temsil ettiği sivil toplum kuruluşunun ilgi alanındaki- toplumsal meseleleri de kapsadığı kabul edilmelidir.
Başvurucu, paylaşımında genel nitelikli "yönetici" kavramını kullanmış ancak sözlerinin belirli bir kimseyi hedef aldığına yönelik herhangi bir ifade kullanmamıştır. Mahkemeler ise başvurucunun taşeron işçi olmasını ve ceza davasına katılanların da başvurucu ile aynı Kurumda yönetici olmasını gerekçe göstererek sözlerin muhataplarından bir kısmının Kurum yöneticileri olduğunu kabul etmiştir. Derece mahkemelerinin başvurucunun asıl amacının kurum yöneticilerini küçük düşürmek olduğunu kabul etmesi ancak başvurucunun kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklemesi ile mümkün olmuştur.
Kaldı ki başvurucu, kullandığı ifadelerde taşeron işçilere yönelen baskının ancak "yöneticilik ve insanlık vasıfları taşımayan kişiler" tarafından yapılabileceğini iddia etmiş; eleştirilerini abartılı bir şekilde ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. Bu nedenle somut olaya konu ifadeler açısından da Anayasa Mahkemesinin önceki değerlendirmelerinden ayrılmayı gerektiren bir durum olduğu söylenemez.
Nihayetinde derece mahkemeleri, somut olaya konu ifadelerin iş akdinin feshedilmesi gibi son derece ağır ve en son çare olarak düşünülebilecek bir müdahaleye başvurmayı gerektirir nitelikte olduğunu objektif ve ikna edici bir biçimde ortaya koyamamıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
K. E. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2019/976)
|
|
Karar Tarihi: 11/5/2022
|
R.G. Tarih ve Sayı: 16/8/2022 - 31925
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
Raportör
|
:
|
Ali Erdem ŞAHİN
|
Başvurucu
|
:
|
K. E.
|
Vekili
|
:
|
Av. Deniz Tufan SOYKAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşeron şirkete bağlı olarak bir kamu kurumunda görev yapan başvurucunun kurumun yöneticileriyle ilgili sosyal medya paylaşımı nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu 1972 doğumlu olup 1/1/2006 tarihinden iş akdinin feshedildiği 11/3/2016 tarihine kadar özel bir şirkete (alt işveren) bağlı olarak Kütahya Halk Sağlığı Müdürlüğünde (Kurum) belirli süreli iş sözleşmesiyle bilgi sistem kullanım elemanı olarak çalışmıştır. Başvurucu 1/1/2006 tarihinden itibaren anılan Kurum bünyesinde sürekli olarak çalıştığını ancak alt işverenin ihale ile belirlenmesinden dolayı yıl bazında farklı alt işverenlere bağlı olarak çalıştığını belirtmiştir. Başvurucu, olay tarihinde eş zamanlı olarak Kamu Taşeron Çalışanları Derneğinin (KATAŞ-DER) genel başkanlığı görevini de yürütmektedir.
6. Başvurucu 14/8/2015 tarihinde sosyal paylaşım sitesindeki kişisel hesabından (Facebook) taşeron işçilerin gördüğü baskıları ve yöneticileri konu eden bir paylaşımda bulunmuştur. Anılan paylaşım şu şekildedir:
"Son günlerde taşeron işçi arkadaşlar üzerinde ciddi baskılar artmış, kendini yönetici zanneden bazıları işi gücü bırakıp, taşeron işçi ile uğraşmayı kendine görev edinmiştir. Ey insan müsvetteleri, yönetici bozuntuları, şunu asla unutmayınız ki, biz taşeron işçiler islam dinine inanıp iman etmiş müslümanlarız ve Rabbım bize der ki RIZK İLE İLGİLİ YERYÜZÜNDE HAREKET EDEN HİÇBİR CANLI YOKTUR Kİ RIZK ALLAH'A BAĞLI OLMASIN DER (Hud Suresi 6. Ayet) Rabbım sizleri de hidayete ulaştırsın en kısa zamanda ve oturduğunuz o güzel makam koltuklarınında altınızdan kayıp gideceğini bilme ve taşeron işçinin de İNSAN OLDUĞUNU ANLAMA FİKRİ VERSİN.AMİN.
7. Anılan paylaşımdan dolayı bazı Kurum yöneticileri başvurucudan şikâyetçi olmuş ve başvurucu hakkında hakaret içerikli ifadeler kullandığı iddiasıyla Kütahya 2. Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açılmıştır. Yargılama neticesinde başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan mahkûmiyet kararının ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Sanık Kadri Eroğul'un Kütahya Halk Sağlığı Müdürlüğü'ne bağlı laboratuvarda taşeron işçi olarak çalıştığı, katılanların aynı kurumda yönetici olarak görev yaptıkları, sanığın suç tarihi olan 14/08/2015 tarihinde sosyal paylaşım sitesinde bulunan adresinde paylaştığı yazısında "son günlerde taşeron işçi arkadaşlar üzerinde ciddi baskılar artmış, kendini yönetici zanneden bazıları işi gücü bırakıp taşeron işçi ile uğraşmayı kendine görev edinmiştir. Ey insan müsveddeleri , yönetici bozuntuları, şunu asla unutmayınız ki..." şeklinde sözler paylaştığı sanığın çalıştığı kurumda yönetici olarak görev yapan katılanlara yönelik bu sözlerin söylendiğinin açık olduğu, sanığın alınan savunmalarında suçlamaları kabul etmeyerek suça konu sözleri kendisinin yazdığını ancak her hangi birine hakaret kastının olmadığını söylediği görülmüş ise de; bu savunmanın dolaylı kabul niteliğinde olduğu ve toplanan diğer deliller karşısında itibar edilemeyeceği, sanığın bu suretle üzerine atılı zincirleme şekilde kamu görevlilerine hakaret suçunu işlediği sonucuna ulaşılarak cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.
Sanığın mahkumiyetine karar verilen suçun işleniş özellikleri dikkate alınarak alt sınırdan cezalandırılmasına, TCK 43 ve TCK 62. Maddeler ile uygulama yapılmasına ve daha önceden sabıkasının olmamasıyla suçtan dolayı oluşmuş somut bir zarar olmayışı dikkate alınarak verilen mahkumiyet hükmünün CMK 231 maddesi gereğince açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir".
8. Anılan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi üzerine alt işveren tarafından başvurucunun ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışı nedeni ile iş akdi sona erdirilmiştir. Başvurucu; paylaşıma konu ifadeleri çalıştığı kurum yöneticilerine hitaben yazmadığını ve bu nedenle fesih işleminin haksız olduğunu belirterek alt işveren ve Kurum aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Kütahya 1. İş Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davanın sonucunda 16/3/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...davacının davalı Sağlık Bakanlığına bağlı Kütahya Halk Sağlığı İl Müdürlüğünde taşeron firma çalışanı olarak çalışırken çalıştığı işyerindeki yönetici konumunda bulunan amirlerine sosyal paylaşım sitesi olan Facebook hesabından hakaret içerikli yazılar paylaştığı ve bu yüzden bu yöneticilere karşı hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, bu kararın kesinleştiği, davalı işveren tarafından 4857 Sayılı Yasanın 25/II, b maddesi gereğince haklı olarak işten çıkarıldığı anlaşılmakla davacının davasının reddine..."
9. Karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi (Daire) 2/10/2017 tarihli ilamıyla istinaf isteminin reddine karar vermiştir. Daire kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Her ne kadar davacının sosyal paylaşım sitesindeki sözlerinin isim belirtilerek işyeri yöneticileri olan ceza davasındaki katılanlara yönelik yapıldığı ilk bakışta tespit edilemese de katılanların işyerinde yönetici pozisyonunda olması, işyerinde alt işveren nezdinde bir kısım çalışanların bulunması, davacının da alt işveren işçisi pozisyonunda aynı yöneticilerin görevli olduğu işyerinde çalışıyor olması, çalışmasının sürdüğü zamanda sosyal paylaşım sitesindeki sözleri paylaştığı, sözlerin muhatabının belli bir kişi olmasa da yönetici konumunda olan tüm kişilere yönelik olması dikkate alındığında sözlerin muhataplarından bir kısmının ceza davasında katılan pozisyonunda olan işyeri yöneticileri olduğunun kabulü gerekmiştir.
Davacı tarafça sosyal paylaşım sitesindeki sözlerin hakaret boyutunda olmadığı, bu sözlerin hakaret sayılıp sayılmayacağının yargıtay denetiminden geçmediği iddia edilmiş ise de, "Ey insan müsveddeleri, yönetici bozuntuları..." şeklindeki sözlerin eleştiri sınırlarını aşan hakaret niteliğinde sözler olduğu dairemizce de kabul edilmiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere sosyal paylaşım sitesindeki sözlerin hakaret olarak kabulü ve işyeri yöneticilerini de hedef alır şekilde söylenmiş olmasının kabulü birlikte değerlendirildiğinde sarf edilen sözlerin 4857 sayılı yasanın 25/2-b maddesi kapsamında kaldığına, bu haliyle davalı işveren tarafından davacı işçinin iş akdinin haklı nedenle feshedildiğinin kabulüne yönelik yerel mahkeme kararında usul ve yasa yönünden aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esas yönünden reddine...".
10. İstinaf kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 8/10/2018 tarihli ilamıyla temyiz isteminin reddiyle anılan kararın onanmasına karar vermiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
11. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
...
b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarf etmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması''
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
12. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
13. Başvurucu; paylaşımındaki açıklamaları KATAŞ-DER genel başkanı sıfatıyla yaptığını ve açıklamaların kamuda çalışan taşeron işçilerin sıkıntılarına ilişkin olduğunu belirterek kullandığı ifadeler nedeniyle iş akdinin sona erdirilmesinin ifade özgürlüğünü, paylaşımını beğenenler hakkında işlem yapılmayıp kendisi hakkında işlem yapılmasının eşitlik ilkesini, ceza yargılamasında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı nedeniyle kararı temyiz edememesinin hak arama hürriyetini, ceza mahkemesin kararının işe iade davasında verilen karara esas alınmasının ise adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
14. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirmediği ceza davası ile ilgili şikâyetlerinin özü, düşünce açıklamaları nedeniyle iş akdinin feshedilmesine yöneliktir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
15. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
16. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. İfade Özgürlüğü Yönünden Devletin Pozitif Yükümlülükleri
17. İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43).
18. İfade özgürlüğüne yönelik negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırların kesin biçimde tanımlanması ve birbirinden ayrılması her durumda mümkün değildir. Devlet için öngörülen negatif yükümlülükler, her durumda ifade özgürlüğüne keyfî surette müdahaleden kaçınmayı gerekli kılar. Pozitif yükümlülükler de bu hakkın korunmasını ve bireyler arası ilişkiler alanında olsa da ifade özgürlüğüne saygının güvencelerini sağlamaya yönelik olaya özgü tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32; Ömür Kara ve Onursal Özbek, B. No: 2013/4825, 24/3/2016, § 46).
19. Somut olayda alt işverene bağlı olarak bir kamu kurumunda görev yapan başvurucunun iş sözleşmesi, Kurum yöneticilerine sosyal medya üzerinden hakaret ettiği iddiasıyla açılan ceza davasında verilen mahkûmiyet kararının kesinleşmesi nedeniyle feshedilmiştir. Başvurucunun iş akdini fesheden alt işveren, bir limitet şirket olup başvurucu da özel hukuk hükümlerine tabi bir personeldir. Dolayısıyla somut olayda kamu gücünü kullanan idarenin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı dikkate alındığında başvurunun devletin pozitif yükümlülükleri bağlamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir (aynı ölçütle negatif yükümlülük bağlamındaki değerlendirmeler için bkz. Ç.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, § 104; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 113).
20. Bu kapsamda somut olayda Anayasa Mahkemesince yapılması gereken, başvurucu ile alt işveren arasındaki özel hukuk hükümlerine tabi sözleşme ilişkisinin alt işveren tarafından feshedilmesi üzerine kamu makamlarınca etkili bir yargısal sistem kurulup işletilerek başvurucunun ifade özgürlüğü ile işverene sadakat yükümlülüğü arasında adil bir denge kurulup kurulmadığının tespit edilmesinden ibarettir.
21. Bir iş ilişkisinin gerek istihdam edene gerekse istihdam edilene karşılıklı ödev ve yükümlülükler yüklediği gözden kaçırılmamalıdır. İş ilişkisinde tarafların dilediği gibi davranması ya da taraflardan birinin iş ilişkisinin sürdürülebilmesi açısından karşı tarafın objektif ve makul beklentilerini yok sayarak hareket etmesi durumunda söz konusu iş ilişkisinin sona ermesi doğal bir sonuçtur. Aksi takdirde iş ilişkisi zorunlu ve hiçbir surette sonlandırılamaz bir niteliğe bürünür ki bu durumda iş ilişkisinin kurulma amacının bir anlamı kalmaz (Ç.A. (3), § 112; Volkan Çakır, B. No: 2017/35488, 7/4/2021, § 30).
22. İşçilerin tabi oldukları iş sözleşmeleri gereğince tanımlı olan mesleklerini yapmalarının mutlak bir hak olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. İşverenlerin çalıştırdıkları işçilerin verimli şekilde iş görmeleri ve önceden saptanmış nesnel kurallara karşı sadakat göstermeleri konusunda beklenti içinde olmalarının haklı bir gerekliliğe dayandığını söylemek gerekir. Zira işin veriminin düşmesine veya işveren ile olan güven ilişkisinin ciddi şekilde zedelenmesine işçiden kaynaklanan nedenlerle yol açılan durumlarda işverenin menfaatinin etkileneceği açıktır. Dolayısıyla yasal düzenlemelerin ve işverenin belirlediği kurallar çerçevesinde devam eden iş ilişkisinin meşru nedenler ortaya çıktığında bozulması ve sona erdirilmesi olağan bir durumdur (Ç.A. (3), § 123; Volkan Çakır, § 31).
23. Bu tür durumlarda işveren tarafından hayata geçirilen iş ilişkisinin sona erdirilmesine ilişkin tedbirin zorunlu ve başvurulabilecek en son çare olarak nitelendirilebilmesi için işçinin işverenin menfaatine ve beklentilerine aykırı davrandığının ortaya konulması gerekir. Başka bir deyişle işverenin menfaatine zarar vermeyen nedenlerin zorunlu ve son çare olarak başvurulmuş tedbirler olarak kabul edilmesi mümkün değildir (Ç.A. (3), § 124; Volkan Çakır, § 32).
b. Somut Olayın Değerlendirilmesi
24. Başvurucunun kişisel sosyal medya hesabı üzerinden taşeron işçilerin gördüğü baskıları ve yöneticileri konu ettiği paylaşımında diğer başka ifadelerinin arasında kullandığı "Ey insan müsveddeleri, yönetici bozuntuları..." (bkz. § 6) ifadeleriyle çalıştığı Kurumdaki yöneticilere hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş ve verilen hükmün açıklanması geri bırakılmıştır (bkz. § 7). Anılan kararın kesinleşmesi üzerine başvurucunun iş akdi feshedilmiş olup açılan işe iade talepli tespit davasında, anılan ifadelerin ceza mahkemesi kararına atıfla hakaret niteliğinde olduğu ve eleştiri sınırlarının dışında kaldığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 8-10).
25. Başvurucu, alt işverene bağlı olarak Kurumda çalışmasının yanı sıra kamu kurumunda çalışan taşeron işçilere yönelik faaliyet gösteren KATAŞ-DER'in genel başkanlığı görevini de sürdürmektedir (bkz. § 5). Bu bağlamda başvurucunun taşeron işçilere ilişkin meselelerde bildireceği görüşlerin taşeron işçi kimliğinin ötesinde, yürütmekte olduğu dernek başkanlığı görevinin de bir gereği olarak -temsil ettiği sivil toplum kuruluşunun ilgi alanındaki- toplumsal meseleleri de kapsadığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla uyuşmazlığın çözümünde başvurucunun söz konusu ifadeleri hangi sıfatla açıkladığı ve bu ifadelerle kimi hedef aldığının tespit edilmesi hayati önemdedir.
26. Başvurucu, eldeki başvuruya konu paylaşımında genel nitelikli "yönetici" kavramını kullanmış ancak sözlerinin belirli bir kimseyi hedef aldığına yönelik herhangi bir ifade kullanmamıştır. Ancak mahkemeler tarafından başvurucunun taşeron işçi olması ve ceza davasına katılanların da başvurucu ile aynı Kurumda yönetici olması gerekçe gösterilerek sözlerin muhataplarından bir kısmının Kurum yöneticileri olduğu kabul edilmiştir (bkz. §§ 8, 9). Derece mahkemelerinin başvurucunun asıl amacının kurum yöneticilerini küçük düşürmek olduğunu kabul etmesi ancak başvurucunun kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklemesi ile mümkün olmuştur. Başvurucunun kullandığı ifadelere onun verdiği anlamın ötesinde bir anlam yüklenmemelidir (Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 69). Derece mahkemelerinin başvurucunun dernek başkanlığı kimliğini dikkate almayarak ve doğrudan işaret edilmediği hâlde dolaylı bağlantılarla başvurucunun Kurum yöneticilerini hedef aldığını kabul ederek yaptıkları aşırı bir yorumun benimsenmesi kamusal konuşmaları imkânsız hâle getirecektir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Kemal Kılıçdaroğlu (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018, § 64).
27. Kaldı ki başvurucu, kullandığı ifadelerde taşeron işçilere yönelen baskının ancak "yöneticilik ve insanlık vasıfları taşımayan kişiler" tarafından yapılabileceğini iddia etmiş; eleştirilerini abartılı bir şekilde ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 102). Bu nedenle somut olaya konu ifadeler açısından da Anayasa Mahkemesinin önceki değerlendirmelerinden ayrılmayı gerektiren bir durum olduğu söylenemez.
28. Nihayetinde derece mahkemeleri, somut olaya konu ifadelerin iş akdinin feshedilmesi gibi son derece ağır ve en son çare olarak düşünülebilecek bir müdahaleye başvurmayı gerektirir nitelikte olduğunu yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde objektif ve ikna edici bir biçimde ortaya koyamamıştır. Bu sebeple başvurucunun iş akdinin feshinin geçerli bir nedene dayandığını ileri süren mahkeme gerekçeleri, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.
29. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA ve Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
30. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA ve Yıldız SEFERİNOĞLU' nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Kütahya 1. İş Mahkemesine (E.2016/162, K.2017/52) GÖNDERİLMESİNE,
D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/5/2022 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
1. Sağlık Bakanlığına bağlı … Halk Sağlığı İl Müdürlüğünde taşeron firma elemanı olarak çalışırken çalıştığı işyerindeki yönetici konumunda bulunan amirlerine sosyal paylaşım sitesi hesabından hakaret içerikli yazılar paylaştığından bahisle, yöneticilerine karşı hakaret suçunu işlediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmesi üzerine, 4857 Sayılı Yasanın 25/II, b maddesi gereğince işten çıkarılan başvurucunun açtığı işe iade davasının reddedilmesinin ardından yapılan başvuruda Mahkememiz çoğunluğunca başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir.
2. Çoğunluk görüşüne dayalı karara aşağıda açıklanan nedenlerle katılamadık.
3. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı üzere ifade özgürlüğü sadece kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Ayrıca, bir düşüncenin hangi uslüp ve biçimle en iyi şekilde aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getiren karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa'nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini koruduğu da unutulmaması gereken bir husustur.
4. Bununla birlikte Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır. (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44)
5. Bu bağlamda ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge sağlanmalıdır. Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için kullanılan ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ile ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir.
6. Ayrıca şeref ve itibar hakkını ihlal ettiği ileri sürülen sözlerin içinde yer aldıkları metnin veya konuşmanın tamamının gözetilmesi, konuşmanın yapıldığı bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde ve tarafların konumları ile söz konusu ifadelere cevap verebilme imkânlarının ne olduğunun da dikkate alınması gerekir.
7. Başvurucu, alt işverene bağlı olarak bir kamu Kurumunda çalışmasının yanı sıra kamu kurumunda çalışan taşeron işçilere yönelik faaliyet gösteren bir derneğin genel başkanlığı görevini de sürdürmektedir. Dolayısıyla, tüm kamu kurum ve kuruluşları ile bu kurum ve kuruluşların yöneticileri de eleştiriden müsemma olmadıklarından, bir kamu kurumunda taşeron firma elemanı olarak çalışan başvurucu da çalıştığı kurumu ve bu kurumun yöneticilerini eleştirebilir. Bu kapsamda taşeron işçilere ilişkin meselelerde bildireceği görüşlerin taşeron işçi kimliğinin ötesinde yürütmekte olduğu dernek başkanlığı görevinin de bir gereği olarak -temsil ettiği sivil toplum kuruluşunun ilgi alanındaki- toplumsal meseleleri de kapsadığı söylenebilir. Ne var ki bu bağlamda yapıldığı belirtilen eleştiriler ile aşağılama arasında açık bir ayrım yapılması gerekir. Kurum, kuruluş veya bunların yöneticilerine yöneltilen ifadelerin asıl amacının aşağılama olduğu durumlarda, ifade sahiplerinin muhatap olacağı yaptırımların ifade özgürlüğünü kural olarak ihlal edeceği söylenemez.
8. Olayda, derece Mahkemeleri’nin, hem başvurucunun asıl amacının kurum yöneticilerini küçük düşürmek olduğu yolundaki kabullerinde, hem de başkalarıyla birlikte çalıştığı kurumunun yöneticilerinin de başvurucunun kullandığı ifadelerin muhatabı olduğu yolundaki değerlendirmelerinde isabetsizlik bulunmamaktadır. Derece mahkemelerinin başvurucunun asıl amacının kurum yöneticilerini küçük düşürmek olduğunu kabul etmesi başvurucunun kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklemek suretiyle gerçekleşmemiştir.
9. Başvurucu tarafından kullanılan “… Ey insan müsveddeleri, yönetici bozuntuları, …” biçimindeki şikâyete konu ifadelere bakıldığında, söz konusu ifadelerin başvurucunun paylaşımının genel anlamının dışına çıkan, taşeron işçiler üzerinde giderek artan düzeyde oluşan baskılardan sorumlu tuttuğu yöneticileri bu konulardaki tutumları nedeniyle eleştirmekten öte geçen, onlardan buna katlanmalarını ve hoşgörü göstermeleri gerektiğini söylemeyi zorlaştıran, “abartılı eleştiri” olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan, eleştiri sınırlarını aşan hakaret niteliğinde aşağılayıcı ifadeler olduğu kanaatine varılmaktadır.
10. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU